Yagmur yagmasaydi cikip gidecek; her günkü yalnizligimla yaziya, saraba ve gecmisin hatiralarina siginacaktim. Derken sen girdin iceri. Benden daha yalniz, benden daha bahtsiz, benden daha mutsuz haller icindeydin. Kimseyi görmeden ve sanki görünmeden kimseye, kapinin sol tarafindaki pencere kenarina öyle bir kederle cöktün ki seni bu hale kimin soktugunu düsündüm ve ben bunu düsünürken basini kaldirinca sen; her seyi terk etmeye, yeryüzünün bütün tehlikelerine meydan okumaya, deger verdigi bütün ideallere ihanet etmeye, bütün suclari islemeye ve hirsizliga, yolsuzluga, sahtekarliga, ajanliga, ihanet ve sadakate, cinayete, gammazliga, pustluga hazir bir erkek yüzüyle karsi karsiya oldugunu da fark ettin gözlerimde. Bütün sevdiklerimi hafizamdan sildigimi, olmayan cocuklarimi ruhumda terk ettigimi; dünyayi, hatiralarimi yakmaya ve yikmaya hazir oldugumu görünce gözümde ne kadar güzellestigini de gördün aniden. Sonra tek bir kelime söylemeden edepsiz bakislarinla beni, ask ve cinayet ormaninin derinliklerine sürükledin. Iste o anda sana sevdigimi söylemek isterken öyle kederle baktin ki gözlerime, bir anda ikimiz; siyah beyaz bir fotografa, unutulmaz bir film karesine, hicaz fasli pesrevine, Canlar Kimin Icin Caliyorun finaline ve Yüzyillik Yalnizlikin en güzel cümlesine dönüstük.