Selahattin Nehir yeni romaninda, birbirinden ilginc insanlarla dolu bir ailenin 1800lerin sonlarindan günümüze kadar dört nesil boyu süren; serüven, mizah, hüzün ve özlem dolu hikayesini anlatiyor. Köklerini bireysel ve kolektif bellegin yardimiyla arayan Göksel, kaleminin ucunu bir pergel gibi Malatyaya koyarak, okurlari usul usul tarihte ve cografyada bir kesfe cikariyor. Haziran Senfonisi, Anadoludan Istanbula, vahsi bir hayattan sanata, aile degerlerinden suca, gercek ve hayal arasindaki keskin ayrimlari bulaniklastiran, icerigi zengin, karakterleri iz birakan bir anlati... Simdiki zamanla gecmisin, gercekle hayalin, gelenekselle modernin, olgularla mitlerin, hayatla ölümün ic ice gectigi derinlikli bir roman. Bana bunlari bir irmak anlatti; mese ormanlariyla kapli Cakmak tepeleri ve Arapgir arasinda yüzyillardir akip duran, kendisini dinleyecek birini özlemle bekleyen bir irmak. Suyun, tasin, baliklarin, agacin, topragin, kayisi ciceklerinin, turnalarin insanlarla konusabilecegini Nannem ögretti bana. Ona da annesi ögretmis... Bir sis anlatti; Cakmakta oldugum bir gece, daglarin, meselerin, evlerin üstüne yavas yavas cöken, her seyi masala ceviren bir sis. Yan evin daminda bir ozan baglama calarken, sis bir tül perde gibi onu bir görünür bir görünmez kilarken, cesmenin basinda iki kiz cocugu anlamadigim bir dilde türküler söylerken...