Animsattigim günlerde medeniyet savasi yoktu. Eser, kitap, kitabelerde bu konuda satir bile yazilmamisti.
Beyaz perdeleri uzaylilar istila etmemis, görkemli sahnelerde onlarla savasip, son nefesini veren kahramanlar yoktu.
Zamanin ebedi döngüsü fasilasiz dönüp duruyordu, her sonbaharda yaprak dökümü, yaprak dökümünü göklerde turna sesleri, turnalari bozkirin soguk beyazi takip ediyordu...
Ve isildayan derecikler kenarinda ilk kardelenlerle, lapa lapa yagan karda, güneyden islak kanatli leylekler dönüyor, kavaklardaki eski yuvalarinda gaga tikirtisiyla yazi müjdeliyordu.
Biz ise, dünyadan habersiz, saadet hayatimizdan memnun, geleceklerden kaygisiz, sazlik boylarinda sicak kumsalda kosuyor, büyüyor, asik oluyorduk. Mutluluk rüyalari gercek, gercekler sonsuz olabilir miydi
Eger kizil imparatorlugun derinliklerinde ciglik ve sürgünler üzerine yükselip karanlik kulelerden güc alan devrim sezarlari, at vagonlu, diken telli Sibiryalar olmasaydi.
Eger ask kokan, sakin beyaz Tuna yerine, sazliklarini cömertce Belene cesetlerine acan kanli Tuna olmasaydi...